KAHT-I RİCÂL/ ADAM KITLIĞI
(BİR VAKIA YA DA SORUN)
 

Ahmet Sandal*


Giriş:
Sokaklar adam’dan geçilmiyor. Buna rağmen, “adam kıtlığı” yaşandığı, “kaht-ı ricâl”çağında olduğumuzu söyleyenlere rastlarız. Bu genel anlamda veya devlet yönetimi için ifade edilen bir söylemken, özel anlamda veya iş yönetiminde de “adam arayanlara”, “bana adam lazım” diyenlere de rastlandığı bir gerçektir. Her iki durumda da, kimse “ne adam kıtlığı”, “işte sana adam, bak sokak dolusu adam” şeklinde karşılık vermez. Çünkü arananın “adam” olmadığını, arananın “adam gibi adam” olduğunu bir çırpıda anlarız. Gerçekten de “adam gibi adam” tabirini duyarız, biliriz de, gördüklerimizin bu tabirin kapsamına girip girmediğini hiç merak eder miyiz? Ya da bu tür adam görmek için çabalar mıyız? Veya “adam gibi adam” tabirine kendimizin girip girmediğini hiç düşünür müyüz? Ya da kendimizi “adam gibi adam” kapsamına sokmaya gayret eder miyiz? Veya “adam gibi adam” yetiştirmeye hiç çabalar mıyız? Sorular bir zincirin halkaları, bir tesbihin taneleri gibi uzar gider. Sorular uzayıp gitse de, gerçek olan husus, “adam kıtlığı” yaşandığıdır. Buna da bir çırpıda, hiç düşünmeden inanırız, en azından itiraz etmeyiz.

Tarihin her devrinde kaht-ı ricâl (adam kıtlığı) bir mesele olmuştur. Nitekim, M.Ö.411 ile 324 tarihleri arasında yaşamış Filozof Diyojen’in gerçek adamı aramak için gündüz fener yaktığı ve fenerle ne aradığını soranlara, “adam arıyorum, adam” dediği tarih kitaplarında kaydedilmiş bir gerçektir. Adam kıtlığı ya da adama olan ihtiyaç her devirde kendini göstermiş, bir mesele olarak orta yerde durmuştur. Buna rağmen, bu sorunun yaşanmadığı ya da en az yaşandığı devir olarak, aklımıza, Sahabe Devri gelmektedir. Bu doğru bir düşüncedir. Kaht-ı ricâl’in yaşanmadığı ya da en az yaşandığı dönem olarak Sahabe Devri’ni sayabiliriz. Ancak, bu devirde bile, Hz. Ömer (ra), Sahabe-i Kirama: “Bana yardım ediniz dediği zaman, “Edelim ya Ömer! İstersen mal ile, istersen mülk ile, istersen para ile, nasıl istersen öylece yardım edelim.” dediklerinde, O, “Hayır hayır, bana herşeyden önce, adam lazım, adam!” demiştir. Bu hadiseyi örnek vermekle, kaht-ı ricâl denilen meselenin Sahabe Asrında çok dehşetli ve büyük bir sorun şeklinde yaşandığını söylemek istemiyorum. Sahabe Asrında yaşanan bu olay, belki bir kaht-ı ricâl olarak dahi görülemez. Bu olay, olsa olsa, Sahabe Dönemindeki adam seçiminin ve konunun uzmanı adama olan ihtiyacın o devirdeki bir tezahürü olarak görülebilir ve bu yönüyle günümüzle kıyaslanamaz.

Günümüzde ise kaht-ı ricâl “adam gibi adam”ı bulma noktasında yaşanmaktadır. Hz. Ömer (ra)in yaşadığı sorun “mevcut iyiler arasındaki en iyiyi seçmek” şeklinde iken, günüzümüzde “adam gibi adam”ı bulmakta zorluk çekiyoruz. İşte Kaht-ı Ricâl’in genel anlamı budur. (Gerçi özel anlamları da vardır ve yazımızda açıklanacaktır)

Konumuzu önce tarihsel perspektif içerisinde analiz edelim.

1 - Tarihimizde Kaht-ı Ricâl Sorunu

Kaht-ı ricâl tüm milletlerin tarihlerinde var olsa da, bizim tarihimizde kaht-ı ricâl’in zaman zaman yaşandığı (örneğin; 1683 yılında Viyana Kuşatması’ndan sonra içine girilen duraklama döneminde, özellikle 1683-1699 yılları arasındaki 15 yıllık dönemde) görülmektedir. Ancak, en yoğun olarak yaşandığı devre olarak Osmanlı’nın son elli yılını gösterebiliriz. Anlayacağınız, Osmanlı yıkılmadan yarım asır önce kaht-ı ricâl bataklığına düşmüş ve bu süreçten sonra yıkılmıştır. Bu dönemi Osmanlı’da Kaht-ı Ricâl’in En Yoğun Yaşandığı Yıllar başlığı altında aşağıda analiz edelim.

a) Osmanlı’da Kaht-ı Ricâl’in En Yoğun Yaşandığı Yıllar

Sultân Abdülaziz, 1861 yılında ağabeyi I. Abdülmecid’in vefâtı üzerine Osmanlı tahtına çıkmış ve halk tarafından Sultân Aziz diye anılmış, müstakim bir Padişahtır. Kendisi müstakim olsa da çevresindeki yönetici kesim bozuk ve sefihtir. Sultân Abdülaziz, III. Selim, II. Mahmûd ve I. Abdülmecid’den itibaren Avrupaî yönetim tarzının ortaya çıkardığı yönetici tiplerin arasında sıkışmış kalmıştır. Bu dönemde, rüşvetçi Mısır Valisi İsmail Paşa, vasıfsız bir sadrazam olan Mahmûd Nedim Paşa, Mısır Hidivlerine dış borçlanma yetkisi vererek Mısır’ı İngilizlere satan Mithad Paşa ve sefahat düşkünü Serasker Hüseyin Avni Paşa’yı etkin isimler olarak görüyoruz. İşte bu insanlarla çalışmak zorunda kalan Sultan Abdülaziz, bu açıdan kaht-ı ricâl denilen sorunu birebir yaşamıştır. Peki, kaht-ı ricâl sorunu nedeniyle, Sultân Abdülaziz’in etkin görevlere getirdiği bu kişiler ne yapmıştır? Perde arkasında Mithad Paşa’nın kışkırtmasıyla, Hüseyin Avni denilen bir serserinin başını çektiği askerlerce tahttan indirilmiş, en sonunda da hücresinde bilekleri kesilerek öldürülmüştür.

Bu kaht-ı ricâl döneminde Padişahı tahtan indiren güruh, O’nun yerine, Mason birisini (Sultan V. Murad’ı) tahta çıkartmışlardır. Sultan V. Murad, tahta çıktıktan sonra, Yeni Osmanlılar Cemiyetinin emirleriyle hareket etmiş, Devlet, Sadrazam Mehmed Rüşdü Paşa, Serasker Hüseyin Paşa ve Mithad Paşa gibi kalitesizlerce idare edilmiştir. V. Murad’ın aklî dengesinin bozulması üzerine, uzmanlardan hastalığı ile alakalı rapor alınmış ve buna dayanılarak verilen fetvâ ile 31 Ağustos 1876 tarihinde hall’ine karar verilmiştir. Bu tarihten itibaren Osmanlı Tahtı’na II. Abdülhamit çıkmıştır. II. Abdulhamit, Ulu Hakan unvanını hakedecek derecede müstakim bir şahsiyet olsa da, kendisi de, bir müddet malum kişilerle (Mithad Paşa ve ekibiyle) çalışmak zorunda kalmıştır. Çünkü, etrafta etkin olarak köşe başlarını kapmış bu kimseler kaht-ı ricâl’den de yararlanarak kimseye fırsat vermiyorlardı. Gerçi, Ulu Hakan bu kişilerden bir kısmını (örneğin, Mithad Paşa’yı) safdışı bırakmasını bilmiştir. Fakat, buna rağmen yine ortalık adam kaynasa da, “adam gibi adam” bulmakta zorluk çekiliyordu. Çünkü, Tanzimattan sonra adamlar ortalığı sarmış, “adam gibi adam”lar meydandan çekilmiş idi.

Bu kaht-ı ricâl döneminde Abdülhamit büyük zorluklara rağmen, Ülkeyi 33 yıl ayakta tutmuş, ancak, İttihâdcı Talat tarafından, 27 Nisan 1909 tarihinde, silah tehdidi altında Meclis’den hal’ kararı çıkarılarak tahttan indirilmiştir. Kaht-ı ricâl’in en belirgin örneği, II. Abdulhamit’in hall kararının bildiren heyette hiç Müslüman Türk’ün bulunmamasıdır. Bir Türk Padişah tahttan indiriliyorsa, O’nu yine Türk’lerin indirmesi veya kararı Türklerin bildirmesi gerekmiyor mu? Hey Koca Osmanlı hey, Yahudi Emanuel Karaso, Ermeni Komitecisi Aram Efendi, Arnavud Es’ad Toptani Paşa ve Gürci Ârif Hikmet Paşa’lara mı kaldın!

II. Abdülhamit’in tahtan indirildikten sonra, Devletin, Talat, Enver ve Cemal Paşa üçlüsünün eline geçtiği, “Padişahın bu kişileri değil, bu kişilerin Padişahı seçtiği” dikkate alındığında, 1909 yılından sonra, Kaht-ı Ricâl sorunun değişik bir veçhe kazandığını düşünüyoruz. Bir Devlet’te kaht-ı ricâl sorunu olduğunun iddia edilmesi için, öncelikle Devletin en başındaki kişinin, -o zamanlar için Padişah’ın- adam seçme ve yönetici atama gibi bir yetkisinin olması lazım. Ve bu yetkiyi kullanırken zorlandığında, “adam gibi adam” bulmada güçlük çektiğinde kaht-ı ricâl sorunu yaşanıyor demektir. Ancak, o zamanlar için Devlet’i ele geçirenler açısından kaht-ı ricâl sorununun olmadığını düşünüyorum. Çünkü etraflarında kendileri gibi akılsız, bilgisiz ama cesaretli binlerce kişiyi biranda bulabilmişlerdir. Bu kişiler Yönetime geldiklerinde elbet kaht-ı ricâl’den yakınmazlar. Gel gör ki, halk için kaht-ı ricâl işte bu zamanlar en yoğun şekilde yaşanılır ve hissedilir. İttihat-Terakki’nin iktidar olduğu yıllar, halk için mutlu ve müreffeh yıllar olmamıştır. İttihat-Terakki Dönemi halk için savaş ve yıkım yılları olmuştur. Savaş ve yıkımdan kim memnun olur, savaş ve yıkıma götürenleri kim başta görmek ister?

Bu noktada, Osmanlı Devleti’nde kaht-ırRicâl sorununun en yoğun olarak 1861’den itibaren, 1909 yılına kadar Devlet açısından (yani Padişah’ın “adam gibi adam” bulamaması şeklinde), 1909’dan Cumhuriyet’in kuruluşuna kadar da Millet açısından (yani halkın baştakileri “adam gibi adam” olarak görmemesi şeklinde) yaşanmıştır.

b) Cumhuriyet’in İlk Yıllarında Kaht-ı Ricâl Sorunu

Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren kaht-ı ricâl sorunun yukarıdaki şekilden, (yani Devlet’i Yönetenlerin “adam gibi adam” bulamamaktan şikayet etmeleri ya da Millet’in, başlarında gördüklerinin “adam gibi adam” olmadıkları yönündeki şikayetlerinin yerini, Cumhuriyet’i kuran kadroların, eğitim, sağlık, bayındırlık, sanayi, kültür, tarım ve benzeri alanlarda giriştikleri büyük kalkınma hamlesini gerçekleştirecek yetişmiş insan gücünü bulamama şeklindeki şikayet ve sorunlar almıştır. Gerçekten de, Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşları, Cumhuriyet’in ilk yıllarında giriştikleri kalkınma hamlesinde, Osmanlı’nın son döneminden itibaren devam edegelen kaht-ı ricâl sorununun başka bir veçhesi ile karşılaştılar.

Ülkenin sanayisi, teknolojisi dışa bağımlı olduğundan, ticaret, bankacılık gibi sektörler yabancıların hakimiyetinde olduğundan, Cumhuriyeti kuran kadrolar, yerli sanayici, yerli tüccar bulmakta zorlandılar. Milli sanayi, milli ekonomi oluşturmak için başta insan kaynaklarına ihtiyaç duydular. Burada, ulusal sanayi ve teknoloji hamlesine girişildiği için, “adam gibi adam” olarak aranılan insan, sanayide, tarımda, bayındırlıkta, sağlıkta ve benzeri alanlarda sözsahibi olacak kapasitedeki Türk’tür. Bu dönemde, bu insanı bulmak, yoksa, yetiştirmek ve geliştirmek için çalışılmıştır. Bilinmektedir ki, Osmanlı Toplumunda, Doktor desen ya Yahudi ya Ermeni, Sanayici desen ya Rum ya Yahudi, Bankacı desen ha keza hep gayrimüslim. Türkler’e düşen ise askerlik, yöneticilik, memurluk olmuş. Ülkenin önemli köşebaşlarını hep gayrimüslimler tutmuşken, bunların ağırlığını gidermek birincil ihtiyaç olarak kendini hissettirmiştir. İşte bu ortamda, sorun, yönetici memur ve asker bulmakta değil, sağlık, sanayi, bayındırlık, kültür, ekonomi, ticaret ve benzeri alanlarda faaliyet gösterecek Türkleri bulmak ve ortaya çıkarmaktır. Öyleyse bu da kaht-ı ricâl’in değişik bir versiyonudur. Ben Cumhuriyet’in ilk yıllarında kaht-ı ricâl sorunu denildiği zaman bunu anlıyorum.

Gerçi, Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki kaht-ı ricâl sorunu bu dar kapsamında ele alınmamalı, daha da geniş tutulmalı diye bu görüşlerime itirazlar gelebilir. Hatta, kaht-ı ricâl sorunu günümüzde de dehşetli bir şekilde, halen devam ediyor şeklinde görüşler ileri sürülebilir. Ben bu görüşlere, kaht-ı ricâl sorunu iki ana tasnif altında sınıflandırılmayla cevap veriyorum. Bu analizimi de Günümüzde Kaht-ı Ricâl Sorunu başlığı altında sunuyorum.

2 – Günümüzde Kaht-ı Ricâl Sorunu

Kaht-ı ricâl sorunu başlı başına bir bakış açısına dayanan bir sorundur. Kimine göre, günümüzde Kaht-ı Ricâl vardır, kimine göre yoktur. Aradığınız “adam” ise, size göre kaht-ı ricâl yoktur. Çünkü, sokaklar “adam kaynıyor.” Ama aradığınız, “adam gibi adam” ise kaht-ı ricâl vardır. Çünkü, “adam gibi adamı” bulmak, her devirde zor iştir. İşte bu nedenle, Filozof Diyojen adam kalabalığın ortasında, elinde fener, “adam arıyorum adam” diye haykırmıştır. Bu sözü günümüzde de söylemek mümkündür. Tabi söylemek için önce Filozof olmak gerekir. Filozofik bakış açısıyla kaht-ı ricâl sorunu günümüzde yaşanmaktadır. Zaten, bu bakış açısıyla, kaht-ı ricâl bir sorun olarak değil, bir vakıa-bir olgu olarak görülür. Biz kaht-ı ricâl’i bir olgu olarak değerlendirdiğimiz kadar, bir sorun olarak da ele aldığımız için ayrıntılı analizler yapmalıyız.

İşte bu nedenle, kaht-ı ricâl sorunu öznel ve nesnel olarak tasnif edilmelidir. Aşağıdaki tasnif ve analizlere bakarak, herkes günümüzde kaht-ı ricâl sorununun yaşanıp yaşanmadığına karar verebilir. (Bir kere daha belirtiyorum:Konuya “adam gibi adam” bulma noktasında yaklaşıldığında, konu bir vakıa olarak orta yerde durduğu için tartışmaya dahi lüzum yoktur.)

a) Öznel Bakış Açısıyla Kaht-ı Ricâl Sorunu

Öznel bakış açısıyla bakıldığında, kişi beğenmediği bir idarecinin iş başında bulunmasını bile örnek göstererek, kaht-ı ricâl sorunundan bahsedebilir. Veya seçimlere katılacak partiler açıklandığında, seçime katılan tüm Parti Liderlerini beğenmeyen biri için kaht-ı ricâl sorunu var demektir. Veya bir yere adam seçecek konumdasınız, (örneğin, işyerinize bir güvenlik görevlisi alacaksınız) ilan ettiniz ve şartlarınızı sıraladınız. Onlarca kişi işyerinize başvurdu. Siz hiçbirisini yeterli görmediniz. Bu durumda, “adam gibi bir adam” bulamadım diye yakınırsınız ve sizin için de kaht-ı ricâl Sorunu var demektir. Ancak, başvuranlar açısından bu sorun yoktur.

Bir başka örnek verecek olursak, titiz bir insansınız, müşkülpesent bir yapınız var. Kimseyi beğenmiyorsunuz. Bu durumda, size göre adam bulunamadığı için siz kaht-ı kicâl sorunu yaşıyorsunuz, ancak , gerçekte böyle bir sorun var mı, yok mu, tartışılmalıdır.

Konuyu farklı boyutlarıyla biraz daha açacak olursak; bir Ülkeyi yönetmek üzere seçildiniz, bakanları, bürokratlarınızı atadınız, aradan birkaç yıl geçti. Pek mesafe alınamadığını, çok üst düzeyde bir performans gösterilemediğini düşünüyorsunuz, fakat yine de, başka getireceğiniz kişilerin de yüksek performans gösteremeyeceğine inanıyorsanız, (bu yüzden de, o bakanlar ve bürokratlarla çalışmak zorunda olduğunuzu düşünüyorsanız) yine bir kaht-ı rical’den sözetmek mümkündür. Tabi bu da bir öznel bir bakış açısından doğmaktadır.

Ya da geçmişte İttihat-Terakki döneminde yaşandığı gibi, etrafta Paşa kaynıyor, hepsi yönetimde, fakat gerçekte yönetimde olması gerekenler, ortada yok. Bu durumda, Yönetimdekiler için kaht-ı ricâl meselesi yokken, halk için böyle bir mesele sözkonusudur. Neticede, tarihimizde kaht-ı ricâl’den söz edildiği, bizzat Padişahların, halkın bu sorundan yakındığı, ancak, o zamanki işbaşında bulunanların hiç de öyle düşünmediği bir ortamda, genel yönetim açısından kaht-ı ricâl’in öznel bir bakıştan doğduğu ve herkese göre değişebildiği söylenebilir.

Bu durumda, günümüzde de bir kısım insanlar kaht-ı ricâl’den söz edebilirken, başta bulunanlar buna itiraz ederek, kaht-ı ricâl Sorunu’nun olmadığını iddia edebilir. Neticede, sorun bakıştan kaynaklanmaktadır. Ancak, burada kişilerin bakışının önemsiz olduğu gibi bir sonuç çıkmamalıdır. Kişilerin bakışının Kamuoyu Bakışını oluşturduğunu unutmayalım. Kamuoyunda, bir kaht-ı ricâl sorununun oluştuğuna dair bir düşünce varsa, buna öznel bir bakış açısıdır diye itiraz etmemek gerekmektedir.

b) Nesnel Bakış Açısıyla Kaht-ı Ricâl Sorunu

Kaht-ı ricâl sorununu nesnel olarak ele aldığımızda, hiçbir değer yargısı taşımadan ve objektif olarak ve itiraz edilemeyecek bir yaklaşım sergilemeliyiz. Yoksa, bakış açımız öznel olduğundan yalnız kendimizi bağlar. Örnek verecek olursak, bir kasabada yaşıyoruz. Belediye Başkanlığı seçimi var. Belediye Başkanlığı seçimlerinde yüksekokul diplomasına sahip olma şartı olsun. Seçim günü geldiğinde, kasabadan hiç kimsenin aday olmadığını, çünkü, yüksek okul diplomasına sahip hiç kimsenin bulunmadığını düşünecek olursak, nesnel olarak kaht-ı ricâl sorunu ile karşı karşıya olduğumuzu anlarız. Kimse buna itiraz edemez. Çünkü, hiçkimse Belediye Başkanlığı seçimi için gerekli olan şartı sağlamadığı için, herhangi bir değer yargısı taşımadan karar vermek mümkün olabilmektedir.

Nesnel bakış açısıyla kaht-ı ricâl sorununa en güzel örnek, yetişmiş insan gücüne olan ihtiyaç noktasında verilebilir. Cumhuriyetimizin ilk yıllarında, milli ekonomi oluşturmak ve kalkınmayı sağlamak için yetişmiş insan gücüne olan ihtiyaç, nesnel olarak kaht-ı ricâl örneğidir.

Sonuç ve Değerlendirme

1 -Kaht-ı ricâl’i “adam gibi adam” bulmaktaki zorluk olarak anlıyorsak, bu bir vakıadır ve her dönemde bir sorun olarak mevcuttur.

2 - Kaht-ı ricâl konusunda halkın bakış açısı önemlidir. Bu bakış açısı, kişisel-öznel bir bakış açısı olarak değerlendirilmemelidir. Bir yerdeki, bir Ülkedeki kamuoyunda mevcut yöneticilerin, bürokratların, başarısız oldukları halde, yerine daha iyisi konulamadığı şeklinde bir görüş hakim olmuşsa, bu ciddi bir sorun demektir.

3 – Bir Ülkeyi yöneten bir kişi, başarısız da olsalar, aynı ekiple çalışmayı sürdürüyorsa, daha başarılı bir ekip oluşturamıyorsa, kafasında bundan daha iyi bir ekip kuramam şeklinde bir düşünce varsa, kaht-ı ricâl sorunu öznel olarak mevcuttur.

4 – Yetişmiş insan gücüne olan ihtiyaç Cumhuriyetimizin ilk yıllarında yoğun bir şekilde hissedildiği için, kaht-ı ricâl sorununun nesnel bir yansıması o yıllarda yaşanmıştır. Günümüzde de bazı alanlarda yetişmiş insan gücüne ihtiyaç noktasında nesnel olarak kaht-ı ricâl sorunu yaşanmaktadır.

5 – İnsanlar hep “adam gibi adam” bulamamaktan ya da “adam gibi adam”lar tarafından yönetilmemekten yakınırlar. Ancak, kendilerini “adam gibi adam” haline getirmek için pek de uğraş vermezler.


 


*Ahmet SANDAL
Kamu Yönetimi Uzmanı




 

 
6704 kez okunmuştur.