TATARİSTAN ANILARI 3 FATİH KUTLU
BURDAKİLER BİZDE BİZDEKİLER BURDA YOK. KİTAP OKUMAYA VE TAHSİLE VERİLER ÖNEM “Türkiye’de okuma yazma oranı %99” demeye alışmışızdır. Peki ya “okuyan” ve “yazan” oranı kaç acaba? İşte bizi buralarda en çok hayrete sevk eden şey bu insanların ciddi manada okuma aşkına, alışkanlığına sahip olduklarını gözlemlemek oldu. Şu 11 yılda pek çok dost ve arkadaşlar edindim. Evlerine gittğimiz her ailede ilk dikkatimizi çeken şey; rafların cilt cilt irili ufaklı kitaplarla dolu olmasıydı. Şiirler, romanlar, fikir kitapları vs. Bu kitaplar rafları süslemek için değildi onlar bu kitapları evet yutmuşlardı, bizde küçük dilimizi yuttuk. Moskova’da metroda giden insanların ellerinde kitap okuduklarını görünce bende utanıp ve de örnek alarak otobüste trende yanıma kitap almayı ihmal etmemeye başladım. Oysa küçükken bana söylenen sözler hala kulağımda yankılanır: “Çok okuma, derine dalma, rahmetli babannemin: okuyup allamei cihan olucun elleham!” Okumaya karşı soğutulmuşluk vardı. Liselerde 10. 11. sınıflarda özellikle edebiyat dersi müfredatlarında kalın kalın klasik romanlarını, şiir kitaplarını okutma var onlara analiz ve bunlardan imtihan oluyorlar. 400-500 sayfa kalın kalın kitapları çocuklar okuyor inceden inceye imtihan veriyorlar. Şehirde halk okuyor . Köylerde insanlar okuyorlar hem de nasıl kütüphanesiz bir tek köy gösterilemez. Mesela benim ziyaret ettiğim Balık Bistesi İlçesine Bağlı KiçiEşnek köyünde 150 hane var. 5000 tane kitap mevcut. Özellikle kışın köyde tarla işleri olmadığı için insanlar pek çok kitap okuyorlar. Ne köylerde ne şehirlerde “Kahve” göremezsiniz. Çiftçi okuyor, nineler okuyor, biz de oraya Türkçe’den çevrilmiş bazı kitaplar götürmüştük de nineler tarafından kapış kapış olmuştu. Nineler deyince eşimin(eşim Tatar) babaannesi rahmetli Sadenur Nine ömrünün son iki yılını yatakta geçirdi. Bu nine ha bire kitap okuyordu, günde 150- 200 sayfa evet benden hep yeni kitaplar isterdi işte en son verdiğim kitabı da bitiremeden hakkın rahmetine kavuştu. Köylerde her eve gazete girer. Köyde türlü dergi ve gazetelere abone olmuş ve bunları özenle arşivlemiş. Bunları bana eşim gösterdi. İşte bizim nine bunlardan sadece biri. Altım yetmiş yaşındaki nineler ellerinde gazete görürseniz şaşırmayın. Evet elinde kalın mercek bir cam bunu gazetenin üzerinde gezdire gezdire okuyordu nine bunlara şahit olduk. Aynı şekilde tanıdığım bir teyze anlatıyordu: Annesi 80 yaşına kadar kitaplar dergiler, gazeteler okumuş, sekseninden sonra gözleri görmez olunca çocuklarına okutmuş dinlemiş. Buna son bir misalde şunu vermek istiyorum. 60 yaşından sonra elifba, Kuran öğrenme kurslarına devam eden azimle o yaşlarından sonra bunları öğrenen insanlar gördüm ve dona kaldım. İşte böylesine güçlü bir okuma öğrenme arzusu vardı bu insanlarda. Çocuk Bahçesi veya kreş. İşte ilkokul öncesi eğitim. Öyle sistemli öyle gelişmiş ki aklınız durur. Çocuk iki buçuk üç yaşından itibaren bu okullarda eğitim alıyorlar. Bununla ilgili kadro, eğitim araç gereçleri ders kitapları metod kitapları yeterince mevcut. Eşim böyle bir kreşte piyano öğretmeni olarak görev yapmakta. Çocuklara milli terbiye örf adetler, kendi müzikleri, şarkıları buralarda öğretiliyor. Özel bayramlarda bu çocuklar skeçler, oyunlar hazırlıyorlar. Bu yaşlarda türlü kabiliyetleri çocukların keşfediliyor ve o yönde çocuklar yetiştiriliyorlar. Burada çocuklar ilkokula okuma yazmayı öğrenmiş olarak başlıyorlar. Buralarda, çocukların el becerileri, resim, sanat, kendine güven gibi karakter, saygı gibi duyguları inkişaf ediyor Bu kreşler arasında her türlü oyun, skeç, şarkı yarışmaları düzenlenir. Milli eğitim bakanlığınca büyük kültür merkezlerinde yapılır bunlan. Bütün şehir ülke genelinde. Bu nedenle çocuklarda her türlü kabiliyet var. Evlerine gittğimizde kimi piyano, kimi gitar çalar, kimi çok harika resimler yapar, el sanatları sergiler, sahnede çok rahatlar, çünkü bunlar hep küçük yaşta verilmekte. İşte terbiyeye nerden başlıyorlar biz bu konuda çok geç kalıyoruz. Bizim öğrenmemiz almamız gereken üzerinde araştırma yapmamız gereken bir şey. Üniversiteden mezun olma oranı %95 lerin üstünde seyrediyor. İnsanlar bir iş sahibi olmak gayesiyle üniversite bitirmiyorlar. Hayatı okumak için üniversite okuyorlar. Okuyan ve yazan oranı demiştik. Birazda yazanlardan bahsedelim. Ülkede böylesine okuyun insan olunca onlara kitap yetiştirmeye çalışan insanlar da var elbette. Onlar öylesine çok ki. Bir insanın kitap çıkarması adeta sıradan bir hadise. İlmi çalışmalar gerek, dil gerek edebiyat alanında pek çok şair ve yazar yetiştirmiştir. Özel edebiyat gecleri, şiir hikaye şenlikleri vs. Üniversite öğretmenleri mutlaka kariyer yapar ve alanında kitap yazmakla meşgul olur. Millet vekilleri yine öyle. Mesela bunlardan Tufan Minnullin, Robert Minnullin, Razil Valiyev’ sayabiliriz. şiir makale, deneme yazıları vb. Geçenlerde Tatar Halkı’nın güzide ve çilekeş yazarı rahmetli Ayaz Gılajev’in evine gitmiştik. Eşi Nekıye Hanım Teyze sağolsun bizi davet etmişti. Orda geçen konuşmadan küçük bir şey nakletmek istiyorum. Ayaz Bey 13 Mart 2002 de vefat etti. Vefatından 5 yıl önce zannedersem Türkiye seyahatleri olmuş orda gördüğü izlenimlerden birini şöyle nakletti. “Ben Türkiye Halkının bizim Tatarlar seviyesinde okumaya, ilme önem vermediğini gördüm. İnsanlar daha çok, ticaretle meşguller.” Evet doğru görmüşsünüz diye teyit ettim. Devam etti “ Tatar Halkı Türkiler arasında ilme irfana, çok önem vermişler halk köyden de olsa çocuklarına hep üniversiteyi bitirtmeyi hedeflemişler. Kazakistan’lara Tacikistanlara gidip medreseler açmışlar ilim irfan götürmüşler Tatar hep okumuş, camisini medresesini gittiği yere inşaa etmiş.” Nekıye Teyze çok doğru bir hakikati tekrar ediyordu. Ve benim çok ilgimi çeken ve de duygulandıran şu duayı yemek masasının başında yaptı. “Allahım diyorum Tatar Halkımın Edebiyatçı, Yazar, ve alimlerinin sayısını,kalitesini artır derecelerini yükselt diyorum dedi ve oracıkta ellerini açıp gözleri dolu dolu böyle dua etti. Ben hem tatar halkı için Hemde Türkiye halkım için bu duaya amin dedim. İlk defa böyle bir dua dinliyordum.
Okuyan insandan zarar gelmez, ne gelirse insanın ve milletlerin başına cehaletlerinden gelir. Yine Mevlana’nın ifadesiyle “Cahil insan kendinin bile düşmanıdır başkasına dost olabilir mi? Evet böyle okumayla tahsille yoğrulan millet, insanın terakkisine mani olan, ön yargı, şartlanma,bağnazlık, yobazlık, taassup ve yanlış bakış açısından uzak, son derece tevazü sahibi herkesi kendi konumunda görme, tam manasında bir tolerans ahlakı kazanmışlar. Bunlara aşağıda misaller verelim. Ben o yıllarda hem okuyor hem de Türk Lisesinde eğitmenlik yapıyordum. Çocukları Okula imtihanla alıyorduk. İmtihan günü çocuklarının ellerinden tutup getiren bir çok insan okulun bahçesinde bekliyorlardı. Biz bu insanlara sorular sorduk neden bu okulu tercih ettiniz? Diğer okullardan bu okulun farkı ne neler duydunuz türünden sorular? Evet Rus bir annenin verdiği cevap bizi etkilemişti. “Ben her hafta kiliseme giderim, o günümü ihmal etmem. Ama bugün kiliseye gitemedim çocuğumu bu imtihana getirdim. Burayı tercih etmemin sebebi ise komşu çocuklarımın etkisidir. Onlar burda okuyorlar ben onların okumadan önceki hallerini ve buraya girdikten sonraki durumlarını kıyaslıyorum ve gerçek bir terbiyeyi görüyorum.” Ama burda Türk Kültür anlayışına göre terbiye alacak?” olsun o benim için önemli değil yeterki sizler gibi olsun.” Evet şartlanmaşılığa bir çarpıcı misal daha. Yolda giden Rus çocuklarının üzerinde kıpkırmızı ay ve yıldızlı Türk Bayrağı tşörtünü görünce gözlerim dolmuştu, bir kaç defa şahit oldum buna. Bakın körün körüne bir düşmanlık yok ne kendilerinde ne görenlerde ne de ailelerinde. Acaba bir Türk Çocuğunun üzerinde biz böyle Rus Bayrağı görseydik ne yapardık. Bakın görüyor musnuz farkı.vet yine o yıllarda okulda velilere iftar yemeği vermiştik. Oraya gelen Rus bir velimiz başını kapatıp gelmişti. Sebebi ise müslümanın bu özel gününe hürmetiydi. Kendisi öyle ifade ediyordu.
Evet bu ülkede Müslüman ve Hıristiyan nüfus oranı
hemen hemen yarı yarıya.Ve yüzden fazla farklı millet yaşıyor. Şehirlerde
Camiler ve kiliseler mevcut. Ve bu iki dinin temsilcileri arasında büyük
bir tolerans var. Gerek Moskova daki Bütün Rusyanın müftüsüyle bütün
Rusyanın Hristiyan liderleri aynı masaya oturup samimi biir sohbet havası
içinde meseleleri, problemleri görüşoyor hal etme yoluna giriyorlar. Aynı
şekilde Cumhur Başkanı Valdemir Putin iki din lideriyle aynı konumda
görüşüyor problemlere hal çareler üretiyorlar. Hatta o yıllarda Yeltsin’le
Rusya müftüsünün bir fotoğrafını görmüş ordaki manzaraya hayret etmiştim.
Yeltsin Rusya müftüsüyle tokalaşıyor ve hürmetten öylesine eğilmişki
nerdeyse müftünün elini öpecek. Bu Kazan’da ve diğer şehirler de de böyle.
Bunun yadırganacak hiçbir tarafı yok. Ama biz bunu hecelemeye çalışmaya
çalışıyoruz bugün. Gelelim halk arasındaki münasebetlere. Bir fabrikada
Hıristiyan ve Müslüman vatandaşlar yanyana çalışırlar. Burda insanın dini
ve milli kimliğine bakılmaz, insani kimliğine dikkat edilir. İşte bunula
ilgili bir yardımlaşma örneği: Bir velimiz anlatıyor ben de hayretle
dinliyorum: “Biz bir işyerinde, devlet dairesinde Tatar Rus birlikte
çalışıyoruz. Rus Halkının Paskalya Bayramında biz nöbete kalırız, Ramazan
ve Kurban Bayramında onlar nöbete bizim yerimize kalırlar. Evet böylesine
bir anlaşma ve dayanışma var. Ah diyorum ah! Bu “ah” larımı Necip Fazıl
rahmetli ne güzel dile getirmiş:
Gelemi tevazuya, insanoğlu insanda bulunması gereken en temel haslete...
Evet bu güzel özelliği halkın en üst kademelerdene alında en alt
kademelere kadar müşahede etmek mümkün. Belki onlardaki bu denlü tevazü
bizi yanılgıya sevketmişti. Rusya’yada sonbahar ve ilk baharda “Subbotnik” adlı bir temizlik günü geleneği var. “Subbota” kelimesi Rusça’da Cumartesi anlamına gelmektedir. Ve bu Cumartesi günü yapılmaktadır. ilkbahara girerken karların erimesinden sonra ort İşte o gün bütün Rusya’da temizlik günü. Bütün şehir çalıdan, çöpten, yapraktan temizlenir. Bahçe toprakları havalandırılır. Cumhurbaşkanı, Başbakan, Vali, Kaymakam, Milli Eğitim Müdürleri, okul müdürleri, öğretmenler, öğrenciler, hademeler, fabrika amirleri, işçileri, apartman sakinleri, herkes ama herkes beraberlik şuuru ve coşkusu içinde aynı gün bu temizlik bayramına başlıyor. İlk defa Lenin eline süpürge, kürek alarak Kızılmeydanı bütün devlet yöneticileriyle temizlemeye başlamış ve böylece geleneksellşmiş. İnsanlar bunu bir bayram havası içinde kabül ediyorlar, ve yılın bu gününü iple çekiyorlar. “Herkes kapısının önünü temiz tutsa hertaraf temiz olur” sözümüzü bunlar hayata taşımışlar. Bu geleneksel “Subbotnik” şenliği Leninin vefatına kadar mayıs ayında yapılırken, Lenin’den sonra, O’nun doğum günü olan 22 nisanda yapılmaya başlanmış, fakat Sovyetler Rejimi yıkılınca Lenin’in itibarı düşmüş ve 20 nisana almışlar bugünü. Fakat temizliğe tepki olmamış. İşte üniversitede öğretmenlik yaparken, lisede öğretmenken bütün çalışanlar işçi elbiselerini giyip çıkıyorduk. Bu bize ağır geliyordu zira aynı ruhta yetişmemiştik. Bizde de böyle ahlak olsaydı bu tam bir toplu hareket, toplum şuuru... Diğer bir can alıcı noktada şu. İnsanların bulundukları makam ve mevki özel hobilerini yapmaya mani olmamış. Bizim üniversitede profesor hocamız Elfine Hanım eşofmanla kayak yapmaya giderken bizim bir arkadaşımız görmüş ve “Aman hocam sizi arkadaşlar böyle görürlerse saygınlğınızı yitirirsiniz” demiş ve kendisi bizlere görünmemek için gizli gizli kayak yapmaya gitmiş. Bunu bize kendisi anlatmıştı. Ve bir profesor olarak kayak yarışmasına katılıyordu. Başka bir alan olan ralli yarışına da en meşhur şarkıcılarlar Salavat Fethettinov ve Başbakan Rüstem Minnihanov ‘lar katılıyor özel becerilerini buralarda sergiliyorlardı. Mesela bir keresinde Salavat birinci oldu ve aldığı maddi ödülü bir hayır kurumuna bağışladı. Kazan’da buz hokeyinde Tataristan’ı temsil eden Rusya takımındaki Akbars adlı takım var. İşte Bu Akbars’ın oyun sahasında başbakan, milletvekilleri haftanın Salı günü özel buz hokeyi maçları yapıyorlar kendi aralarında. Yöneticiler halkla içi içe demiştim. Tatarlarlara özleşmiş bir husus var. O da camii. Dünayanın neresine giderseniz yabancı diyarlara, orda camii görürseniz tereddütsüz Tatarların yaptığını görürsünüz. Mesela Japonya’daki ilk caminin sahibi oraya yerleşen Tatarlar olmuştur bu onların geleneksel özelliğidir cami ve medrese. Bunu da yeri geldiği için yazmak istedim. Küçük bir köydeki Cami açılışına başbakan, Cumhurbaşkanı gider camiyi açar. Zaten bugün Kazan Cumhurbaşkanlığı köşkü olan Kremlin Sarayın’a ülkenin en büyük en görkemli “Kulşerif Camisi” yapıldı. İnşaası bir Türk inşaat firması tarafından yapıldı. Aynı Kremlin Sarayında kilise de mevcut. Ne kiliseye ne de camiye karşı rahatsızlık, hürmetsizlik sözkonusu değil. SES VE TİYATRO SANATÇILARI Şarkıcılardan başlamak istiyorum. Şarkıcılar da halkla iç içe. Konser için turnelere çıkarlar. Şehirlere hatta küçük küçük köylere kadar giderler ve coşkuyla karşılanırlar halkın gönlünü alır ve gönüllerinde taht kurarlar.. Ben bunlardan birisi olan Tatar Dünyasının “Sanat Güneşi” olarak kabül edilen 70 yaşındaki klasik müzik sanatçısı İlham Şakirov’u biliyorum. 50 bin nüfuslu şehir olan Alaboğa’daki üniversiteye konser vermeye geldiğinde tanışma talihlilğine erişmitşim. Öyle candan ve samimiydi. Üniversitedeki konserden sonra yine Alaboğa’la bağlı Eskiyuraş adlı köye gittiler ben hayretimi gizleyemedim. Tiyatro: Bizde halkla tiyatro arasında kopukluk vardı, soğukdur halkımız tiyatroya. Oysa Tatar Halkı tiyatroyla adeta bütünleşmiştir. Toplumumun her kesimi, dedsi ninesi, aileler, çocuklar, üniversiteliler, şair ve yazarlar, politikacılar, şarkıcılar hepsi. Ben avam halk tabirini kullanmaktan kaçındım zira halk “avam” değil. Halkın her kesimiyle böylesine rağbet göremesi; tiyatronun eğitici, milli ve manevi değerlere sadık, halkın kendi benliğini yansıtıyor olmasından dolayıdır. Bizler de arakadaşlar olarak bu güzel fırsattan yararlanıyor, tiyatroya gitmeyi ihmal etmiyoruz, her gidişimizde salonun tıklım tıklım dolu olması bizi oldukça etkiliyor.
Tatar Tiyatrosu Rus Tiyatrosunun etkisiyle gelişmiştir. Ve bu gün bu konu
da bizden oldukça ileriler. Halk kendinden, özünden, benliğinden şeyler görmek istiyordu. Bunu göremeyince maalesef hayal kırıklığına uğramış oldular. Yazımı şu şekilde bağlamak istiyorum: 11 yıllık yurtdışı hayatımda, yaşadığım ülke ve ülke halkının güzelliklerini görmeye çalıştım hep. Güllerini koklamaya etrafa güzel kokular saçmaya çalıştım, dikenlerini kalbime saplayıp ahu zar etmekten kaçındım.Ve her milletin artı ve eksi tarafları vardır. Milletler birbirlerini artılarını görüp, kendi güzelliklerini artırabileceklerine ve böylelikle eksikliklerini giderilebileceğine inandım. Gelin! Milletlerin ülkelerin güzelliklerini güllerini anlatalım birbirimize Alıcılarımızı ve vericilerimizi her zaman açık tutalım, zenginleşelim ve zenginleştirelim tüm dünyayı. Ve her zaman milletlerin güzel yönlerinden bahsedelim ve kendimize güzel dersler çıkaralım.
1529 kez okunmuştur. |