İNANÇ VE TUTUMLARDA SPORUN YERİ VE ÖNEMİ

*Hanifi Üzüm  *Yrd. Doç. Dr. Nevzat Mirzeoğlu

ÖZET

Tutum sosyal psikolojide “Bir bireye atfedilen ve onun psikolojik bir nesneye ilişkin duygu, düşünce ve muhtemelen davranışlarını organize eden bir bütün” olarak tanımlanmaktadır. Bu çalışmada inanç, tutum ve spor kavramlarının birbiri ile olan ilişkisi incelenerek, sporun dünyada ve özelliklede ülkemizdeki insanların inanç ve tutumlarındaki yerine ve önemine değinilmiştir.
Araştırma genel tarama modellerinden biri olan betimsel çalışma yöntemi ile yapılmıştır. Bireylerin ve toplumların sportif inanç ve tutumları tarihsel bir süreç içerisinde günümüze kadar incelenerek, ülkemizde lisanslı olarak spor yapan kız ve erkek sporcuların branşlara göre istatistiki dağılımı çıkartılmıştır.
Araştırma bulgularına göre, sporcuların bölgelere göre dağılımına bakıldığında Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesindeki sporcu sayısının diğer bölgelere nazaran oldukça düşük olduğu gözlenmiştir. Bu yörelerde spora olan inanç ve tutumlardan dolayı bireylerin genelde takım sporlarından çok ferdi (Karate, Güreş, Judo, Taekwondo v.b) spor branşlarına yöneldikleri gözlenmiştir.
Sonuç olarak ülkemizde spora katılımı olumsuz etkileyen inanç ve tutumların yanlışlığı, Ayetler ve Hadislerle karşılaştırılarak tartışılmıştır.

GİRİŞ

Günlük yaşantımızda sıkça duyduğumuz kelimelerden olan inanç tutum ve spor kavramları insanlık tarihinin başlangıcı ile birlikte toplumsal normların içerisinde yer almış, toplumun sosyal, kültürel, ahlaki yapısına yön ve şekiller veren değerler olarak karşımıza çıkmıştır. Bu kavramların gelecekte de toplumsal yaşamda kendine önemli bir yer edineceğinden hiç kimsenin şüphesi olmamalıdır.
Bireyin toplumsal bir birim olarak kabul edilmesi, bir çok psikolojik etmenin daha açık ve kapsamlı olarak tanınmasından sonra mümkün olabilmiştir. Bireyin tüm yaşamını kapsayan toplumsal bir etki alanı vardır. Bir çok davranış, başka bireylerle olan ilişkilerin algılanmasına, değerlendirilmesine ve onlar üzerinde edinilmiş yargılara bağlı olarak ortaya çıkar. İnsanın düşünsel dünyası, çok çeşitli ilişkilerden edindiği izlenimlerin oldukça karmaşık bir sonucudur. Birey birbiri ile çakışan ve çelişen, uyumlu yada uyumsuz bir yığın düşüncenin tutsağıdır. Bütün bu çok çeşitli düşünce, yargı ve değerler birbirinden kopuk, ilgisiz ve dağınık gibi görünse de her insanın düşünce yapısı, davranış kalıbı ve eylem çizgisi kendi içinde örgütlenmiş bir bütün halindedir (Tolan ve Diğerleri,1991 s, 258).
Hepimizin çevremizdeki insan, nesne, fikir ve olaylara ilişkin değişik tutumları vardır. Bu insan, nesne, fikir, kurum ve olaylara ne şekilde tepkide bulunacağımız büyük ölçüde bu tutumlarımız tarafından tayin edilir. Ayrıca bir çok sosyal ortamdaki davranışlarımızda, bir ölçüye kadar bu ortamlara ilişkin tutumlarımız tarafından şekillendirilmektedir. Bu nedenle tutum konusu; bireyin sosyal ortamlardaki davranışlarını inceleyen sosyal psikolojinin en önemli konularından birini oluşturmaktadır (Aydın,1985 s, 280).
Tutum terimi sosyal psikolojide genel olarak “Bir bireye atfedilen ve onun psikolojik bir nesneye ilişkin düşünce duygu ve muhtemelen davranışlarını organize eden bir eğilime işaret etmek için kullanılmaktadır” (Aydın,1985 s; 280).
Yukarıda verilen tanımdan da anlaşılacağı gibi, bir tutum bir nesneye ilişkin duygu düşünce ve davranış olmak üzere üç bileşenden oluşmaktadır. Ancak hemen belirtmek gerekir ki, bu bileşenler birbirinden bağımsız değildir. Karşılıklı olarak birbirini etkiler, birbirinden etkilenir ve çoğu kez aralarında bir tutarlılık bulunur (Aydın,1985 s; 280).
Bir tutumun bilişsel bileşeni bireyin tutum nesnesine ilişkin düşünce, bilgi ve inançlarından, duyuşsal bileşeni ise, bireyin tutum nesnesine ilişkin duygu ve değerlendirmelerinden oluşur. Davranışsal bileşenlerde ise, bir tutum genellikle bireyi tutum nesnesine ilişkin davranışlarda bulunmaya eğimli kılar. Bir nesneye ilişkin olumlu tutumu olan bir birey, bu nesneye karşı olumlu davranmaya, ona yaklaşmaya, yakınlık göstermeye onu desteklemeye yardım etmeye eğilimli olacaktır. Bir nesneye ilişkin tutumu olumsuz olan bir birey ise bu nesneye ilgisiz kalma veya ondan uzaklaşma, eleştirme hatta ona zarar verme eğilimi gösterecektir (Aydın, 1985 s;281).
Tutumlar, belirli değer yargılarının ve inançların arkasında gizlidirler. Ancak yaşam olayları karşısında davranış ve hareket biçimleri olarak şekillenirler. Dayandıkları inanç ve değer yargıları devam ettikçe devamlılıklarını sürdürürler. İnançlar ise tutum yapılarına girdikçe özel dinamik baskılar altına girmiş sayılırlar. Hatta belirli bir tutum içerisinde bir inanç özelliğini kaybedebilir veya değişebilir. Çünkü tutumlar dış çevresel etkilerle devamlı baskı altında bulunurlar ve bu durum onların değişmesine neden olabilir (Eren, 2001 s;173).
İnsanlarda ilk inançlar, doğa olaylarının iyi veya kötü şekilde cereyan etmesinin algılanıp zihinlerde yer etmesinden doğmuştur. İnsanlar sırrına eremedikleri baskı, korku, dehşet olaylarından yada aksine onlara iyi şeyler sağlayan hareket ve olaylardan etkilenerek tutumlarına yön vermişlerdir. Ancak, tutumların oluşmasında çevresel olaylardan etkilemeyi belirleyen doğuştan kazanılan yeteneklerinde rolü vardır (Eren, 2001 s;173). Tutumların oluşmasında etken olan bu çevresel faktörler ve doğuştan kazanılan yetenekler, diğer bütün alanlarda olduğu gibi beden eğitimi ve spor alanında da yüzyıllardır kendisini hissettirmektedir. Örneğin,
Otuza yakın ülkeyi gezerek “Futbol Asla Sadece Futbol Değildir” adlı kitabı yazan İngiliz futbol araştırmacısı Simon Kuper Brezilyadaki köylerin hepsinde kilisenin bulunmadığını ama en küçük yerleşim birimlerinde bile mutlaka bir futbol sahasının bulunduğunu belirtiyor. Yine Almanya Tübingen üniversitesi öğretim üyesi Diethamer Mieth futbolun günümüzde dinin yerini tuttuğunu bazen de dinin rakibi olabildiğini, Avrupa da cumartesi ve pazar günleri ayine gidenlerin sayısının oldukça azaldığını, dinin kurumsal açıdan etkinliğini yitirdiğini ve insanlarında bu yüzden manevi ihtiyaçlarını karşılamak için kiliselere değil de futbol maçlarına gittiğini bir çok konferansında dile getirmektedir (Kola 2002).
Sporun dini inançlar ve tutumlar üzerindeki bu olumsuz etkilerinin yanında dini inançlar ve tutumlarında spor üzerindeki olumsuz etkilerinden söz etmemiz mümkündür. Örneğin;
Hz. İsa’nın ölümünden sonraki 5. yy. girilen ve bin yıl süreyle tüm toplumsal gelişmeyi askıya alan dönemin adı “Karanlık Çağ” karanlığın simgesi ise Katolik kilisesidir. Bu dönemde bedenle ruhu sürekli bir çatışma içerisinde gören ve ruhun üstünlüğüne öncelik veren Katolik töresinin mantığının doğal uzantısı olarak vücudu bağımsızlığa mahkum etmek gibi bir fikir ve uygulama geliştirdiğini biliyoruz. İşte antik olimpiyat oyunları bu dönemde Roma İmparatoru Kral Thececosius’un emriyle sona erdirilmiş ve spor 15. yüzyıla kadar dinsel baskıların altında kalmıştır (Sporbilim.Com).
20 y.y.’da özellikle Avrupa da bazı dini akımların spor ile özdeşleşmesi sonucunda, sporun ruhuna ters olan bir takım şiddet olaylarının ortaya çıktığını görmekteyiz. Örneğin; İskoçya’ da ki iki ünlü futbol takımı Glasgow Rangers (Protestan) ve Celtics (Katolik) takımları arasında 02-01-1971 tarihinde oynanan maçta her iki takımın taraftarlarının bandolarla kendi dini müziklerini çalmaları sonucunda çıkan olaylarda 62 kişi hayatını kaybetmiştir (Erkan ve Diğerleri 1998).
Ülkemizde ise malesef halen daha bir takım yanlış dini inanç, tutum ve hurafelerin sporun üzerindeki önemli etkilerini görmekteyiz. Örneğin; İslam tarihinde “Kerbela” olayı olarak adlandırılan vakada Hz.Hüseyin’in boynunun kesilerek yerlerde yuvarlanması olayını günümüzde insanlar yanlış yorumlayarak topla oynanan sporlara, özellikle de futbola karşı olumsuz bir tutum içerisinde bulunmaktadırlar.
Verilen örneklerden de anlaşıldığı gibi dini inançlar ve tutumlar ile sporun zaman içerisinde sürekli olarak birbiriyle çatıştığını görmekteyiz. Oysa bu iki kurumun toplumsal işlevleri arasında bir paralellik söz konusudur. Çünkü her ikisinde de amaç, bireyleri zihinsel ve fiziksel olarak ruhsal doygunluğa ulaştırmaktır.

AMAÇ

Bu çalışmanın amacı, inanç tutum ve spor kavramlarının birbiri ile olan ilişkisini ortaya koymaktır. Böylece sporun dünyada ve özellikle de ülkemizdeki insanların inanç ve tutumlarındaki yerine ve önemine değinilmiş, inanç ve tutumların sportif faaliyetler üzerindeki olumlu ve olumsuz etkileri tartışılmıştır.

YÖNTEM

Araştırma genel tarama modellerinden biri olan betimsel çalışma yöntemi ile yapılmıştır. Bireylerin ve toplumların spora olan inanç ve tutumları tarihsel bir süreç içerisinde günümüze kadar kısaca incelenmiştir. Ülkemizde halen lisanslı olarak spor yapan kız ve erkek sporcuların branşlara ve bölgelere göre dağılımı çıkartılıp, bulgular üzerinde yorumlar yapılmıştır.

BULGULAR

Ülkemizde 2000 yılında yapılan nüfus sayımı sonucuna göre toplam nüfusumuz 67803927 olarak bulunmuştur. Bu oranın yaklaşık olarak % 51’ini erkekler, %49’ unu ise bayanlar oluşturmaktadır. Verilere bakıldığında oldukça kalabalık bir nüfusa sahip olduğumuz görülmektedir. Bu kalabalık nüfus içerisinde aktif olarak spor yapabilecek, yaşları 10 ile 35 arasında değişen 31683187 kişi bulunmaktadır (Sesam 2003). Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü 20 Mayıs 2003 tarihinde, Türkiye genelindeki toplam lisanslı sporcu sayısını 347899 olarak açıklamıştır. Bu değer 31 milyonluk genç nüfusumuzun %1,09’unu oluşturmaktadır (GSGM, 2003). Bu sporcuların bölgelere göre dağılımı aşağıdaki grafik üzerinde görülmektedir.
Grafiği incelediğimizde en fazla sporcu sayısının %23’lük bir oran ile Marmara bölgesinde, en az sporcu sayısının ise %6’lık bir oran ile Güneydoğu Anadolu bölgesinde olduğu görülmektedir. Doğu Anadolu bölgesinde yaşayan nüfus oranının Güneydoğu Anadolu bölgesine göre oldukça fazla olmasına rağmen, bu bölgedeki sporcu sayısının %8’lik bir oran ile diğer bölgelerin oldukça altında olduğu görülmektedir.
Ülkemizde, şu anda özerk olan Futbol Federasyonu dışında GSGM’ye bağlı 46 federasyon faaliyet göstermektedir. Bu federasyonlar içerisinde en çok sporcuya sahip 10 branşta lisanslı olarak spor yapan bayan ve erkek sporcuların dağılımı tablo 1’de görülmektedir.

  Bayan Erkek Toplam Yüzde
Voleybol 17376 22862 40238 %12
Taekwon-do 13465 47284 60749 %17
Karete 3657 13878 17535 %5
Judo 2700 9364 12064 %3
Hentbol 7982 16444 24426 %7
Güreş 302 13243 13545 %4
Yüzme 3362 6261 9623 %3
Boks 753 10304 11057 %3
Atletizm 5065 9437 14502 %4
Basketbol 11584 46922 58506 %17
Diğerleri 18194 67450 85644 %25

Tabloyu incelediğimizde en fazla sporcu sayısının %17’lik bir oran ile Taekwon-do branşında olduğunu görmekteyiz. En az sporcu sayısı ise %3’lük bir oran ile Yüzme branşında görülmektedir. Bayanlarda voleyboldan sonra en çok sporcu yine Taekwon- do branşında bulunmaktadır. Ata sporumuz olarak kabul ettiğimiz Güreş branşının ise %4’lük bir oran ile en çok tercih edilen branşlar arasında yedinci sırada yer almaktadır. 46 federasyon içerisinde en çok tercih edilen 10 branşın genelde bireysel sporlara yönelik olduğunu görmekteyiz. Geriye kalan 36 branştaki toplam sporcu sayısı %25’lik bir dilimi oluşturmaktadır (GSGM, 2003).

TARTIŞMA VE SONUÇ

Elde edilen veriler ışığında, ülkemizdeki sporcu sayısının nüfuz oranına göre oldukça düşük olduğu görülmektedir. Aktif olarak sporla uğraşan kişiler ise genelde bireysel sporları tercih etmektedir. Bunun nedeni ise halkımızın bireysel sporları kendi kültürel yapısına, inanç ve değer yargılarına daha yakın görmesinden kaynaklanabilir. Örneğin; en fazla sporcuya sahip olan Taekwon-do branşının ülkemizde hem bayanlar hem de erkekler tarafından tercih edilmesinin en önemli nedeni, savaşçı bir ruha sahip millet olmamızdan ve bu branşa özgü kıyafetlerin halkımızın inanç ve değerlerine uygun olmasından kaynaklandığını söyleyebiliriz.
Doğu ve Güney Doğu Anadolu bölgelerindeki sporcu sayısının düşük olmasında etkili olan ekonomik nedenlerin yanı sıra, bu yörelerde yaşayan insanların sosyal ve kültürel yaşantısı da spora katılım konusunda önemli bir etken olarak görülmektedir. Bu bölgelerde görev yapan beden eğitimi öğretmenlerinin ve spor adamlarının en çok şikayet ettiği konuların başında, yöre insanlarının spora gereken önemi vermediği ve özellikle bayanların günah olduğu gerekçesi ile sportif faaliyetlere katılmadığını vurgulamaktadırlar. Bu durum, % 90’ı Müslüman olan ülkemizdeki insanların spora karşı olan inanç ve tutumlarının tamamen yanlış dini temeller üzerine kurulduğunu göstermektedir.
Özellikle eğitim seviyesi düşük olan bölgelerimizdeki insanlarımız, İslamiyet’in spora bakış açısını yanlış yorumlamaktadır. Örneğin; spor yapmak için ayrılan zaman israf olarak görülmekte, kadınların spor yapması hoş karşılanmamakta, kaybedenin kazananı ödüllendirmesi kumar olarak kabul edilmekte, bir takımın taraftarı olmak olumsuz bir davranış olarak görülmektedir. İnsanlarımızın İslam dinini yanlış yorumlamasından dolayı spora karşı oluşan bu olumsuz tutum ve davranışların yanlış olduğu ayet ve hadisler ışığında incelendiğinde görülecektir.
Bilindiği gibi İslam dini, iki temel değer üzerine inşa edilmiş bir dindir. Bu temel değerlerden biri Kuran-ı Kerim, diğeri ise Hz. Muhammed’in sünnetidir. Hz. Muhammed’in örnek hayatı incelendiğinde, sporun ne kadar önemli bir yere sahip olduğu ve kendisinin de sağlığında bir çok sportif olaya katıldığı açıkça görülebilir.
İslamiyet’te Müslümanların üzüntülerini gidermek ve hafifletmek amacıyla Hazreti Muhammed tarafından müsaade edilen oyunlar ve sporlar mevcuttur. Kuran-ı Kerim de : “ Peygamber size ne verirse onu alın. Sizin için ne yasak ederse ondan da sakının ” ayetine uygun olarak Müslümanlar Hz. Muhammed’in tavsiye ve teşvik ettiği sporlardan olan atıcılık, binicilik, koşu ( atletizm ) ve güreş gibi sporlarla uğraşmışlardır. Bir Hadis-i Şerifte Hz. Muhammed “Mümin kişinin yürüme, binme, yüzme, ok atma eğitimleri yapması ile hanımıyla eğlenmesi dışında bütün eğlencelerini batıl (geçersiz) saymış, yalnızca bunların haktan olduğunu belirtmiştir” (Turan 1985).

İslam dinine göre kadınların spora katılmalarında dini yönden herhangi bir sakınca var mı?
Hz. Peygamberi’n bir sefer sırasında hanımıyla gerilerde kalıp onunla yarıştığı; önce Hz. Aişe’nin Hz. Peygamber’i geçtiği daha sonraki bir yarışta ise kilo alması sebebi ile Hz. Peygamber tarafından geçildiğini Hz.Aişe bizzat rivayet etmektedir (Bozkurt 1997). Hz. Muhammed’in fiili sünnetleri içerisinde yer alan bu örnekte görüldüğü gibi, İslam dininin belirlediği kurallar dahilinde kadınların spor yapmasında herhangi bir sakıncanın olmadığı açık ve net bir şekilde görülmektedir.

İslam dinine göre fanatizmin sınırı ne olmalıdır ?
Fanatizm: takım tutmak, bir spor kulübünün yarıştığı spor dallarından herhangi birinde o kulübün takımının yandaşı olmak demektir. Takım tutan kişi, o takımın karşılaşmalarını takip eder, bunların sonuçlarıyla ilgilenir ve takımının başarıya ulaşmasını ister. Bu nedenle, takımının kazandığı maçlarda sevinir, kaybettiklerinde ise üzülür. Ancak takıma duyulan bu sempati kimi zaman olağan sınırlarını aşar ve bireylerin zarar görmesine neden olabilir(Bayhan 2000). Örneğin; 1995-1996 Türkiye Futbol 1. Ligi nin 32. haftasında şampiyonluğu önemli derecede belirleyecek olan Trabzonspor-Fenerbahçe arasındaki maçı Fenerbahçe’nin 2-1 kazanması sonucunda, maçtan bir gün sonra fanatik bir Trabzonspor taraftarı olan Mehmet Dalaman (27 yaşında) kendini evinin bahçesindeki fındık ağacına asmıştır (Erkan ve Diğerleri 1998). Fanatizmin topluma ve insanlığa bu denli zarar verici boyutlara ulaşmasını ne İslam dini kabul eder, ne de insanlık.
Hz. Peygamber bir gün; iki torununun güreşmesini tebessümle seyrederken, Hz. Hasan’ı gayrete getirmek için ‘ Ha gayret Hasan! Göreyim seni, yakala Hüseyin’i ’ diye tezahüratta bulunur. Orada bulunan Hz. Ali’ninse ‘Ya Resülallah, siz Hüseyin’i kayırmalı değil misiniz ? Çünkü Hasan daha büyük’ dediği gözlenir. Hz. Peygamber ise ‘ Baksana, Cebrail’de Hüseyin’e, ha gayret Hüseyin, göreyim seni diyor’ diye yanıt vermiştir (Tokpınar 2001). Hz. Peygamber atıcılık eğitiminin yapılmasını devamlı teşvik etmekle kalmamış, zaman zaman kendisi de atış poligonuna, atıcıları teşvik ve seyretmeye gittiği gibi, atıcılardan bir tarafı tuttuğu da olmuştur (Turan 1985). Hz. Muhammed’in bu davranışlarına bakarak İslam dininde sporda taraftarlığın fanatizm boyutuna ulaşmadan var olduğunu söyleyebiliriz.

İslam’a göre sporda teşvik ve ödül var mı?
Hz. Peygamber sporu teşvik etmek için zaman zaman fırsat buldukça yarışmalar düzenlemiş ve kendisi bizzat bu yarışlarda dereceye girenlere maddi ödüller vermiştir. Hz. Peygamberin bir yarışta birinciye üç, ikinciye iki ve üçüncüye de bir elbiselik Yemen kumaşı ödül verdiği rivayet edilir. Belazurih, Hz. peygamberin kendi atıyla yarışan ve kazanan jokeyine bir Yemen hüllesi hediye ettiğini rivayet etmektedir. Yarışların kumar vesilesi olarak kullanılması ittifakla haram görülmüş, ancak bir yarışmacının arkadaşına “Beni geçebilirsen sana şu var” gibi tek taraflı bir teklifte bulunması ve onun galip gelmesi halinde, arkadaşının teklif edilen hediyeyi almasında veya üçüncü bir şahsın galip geleni ödüllendirmesinde bir sakınca görülmemiştir. Aksi durumlar kumar olarak kabul edilmiştir (Bozkurt 1997).

İslam’a göre serbest zamanların sportif faaliyetlerle değerlendirilmesi zaman israfı mı ?
Hz. Peygamber serbest zamanlarının değerlendirilmesinde insanlara spor yapmalarını tavsiye etmiş ve atıcılığı daha çocukken öğrenip ölünceye kadar bırakılmaması gereken bir maharet olarak belirtmiştir. İnsanı boş kaldıkça, canı sıkıldıkça, biraz eğlenme ihtiyacı duydukça vakit değerlendirme aracı olarak spor yapmasını meşru kılmış “Sizden birinizi gam ve sıkıntı bastığı zaman yayını kuşanıp, kederini onunla dağıtmaktan başka yapacak bir şeyi yoktur” (Bayhan 2000) sözüyle serbest zamanların değerlendirilmesinde sporun yerine ve önemine değinmiştir.
Buraya kadar yapılan açıklamalardan da görüldüğü gibi Müslüman bir kişinin vücudu için kendisine uygun bir spor dalıyla uğraşmasında dini bir engel olmadığı gibi, sporun özellikle Hz. Peygamber tarafından teşvik edildiğini görmekteyiz.
Dini inançların ve tutumların bulunduğu ortamlarda bir takım hurafeler ve bid’atlarda kendiliğinden veya insanlar tarafından ortaya çıkartılarak inanç ve tutumların içerisine yerleştirilmeye çalışılmış ve çoğu zaman da toplum tarafından kabul görülmüş kavramlardır. Spor da bu kavramlardan önemli derecede etkilenmekte ve bir çok spor branşı bu büyü ve hurafelerin etkisi altında kalabilmektedir.
Günümüzde sporcu, yönetici ve taraftarlar bir maçın kazanılması için çok çalışmanın, oyun sisteminin ve oyuncu kalitesinin tek başına yeterli olduğunu düşünmüyorlar; galibiyet için büyü ve uğur gibi şeylerden de medet umuyorlar. 2001-2002 Futbol Sezonunda Fenerbahçe-Diyarbakır spora deplasmanda 2-1 yenildi. Diyarbakırlı yönetici ve futbolcular, maçtan sonra ağız birliği etmişçesine mikrofona şunları söylediler: ‘Diyarbakır’ın plaka numarası 21. Bugün 12. ayın 21’i. Bu maçtan önceki puanımız 18 idi. Maçı 2-1 kazandık ve puanımızı 21 yaptık. Böylesine uğurlu bir günde bu maçı kazanacağımıza inanıyorduk’ diye demeç vererek 21 sayısının Diyarbakır spor’un uğurlu sayısı olduğuna inanmaktadırlar (Kola 2001).
Futbolcular ve yöneticiler gibi taraftarlarda çeşitli hurafelere kolayca inanmaktadırlar. Arka arkaya alınan galibiyetlerden sonra stadların büyülü olduğuna inanmaları bu batıl inançların başında geliyor. Bu taraftar tiplerinin bazıları uğur getireceği inancıyla hep aynı yerde oturuyorlar. Penaltı atılırken gözlerini yumuyorlar veya sahaya sırtlarını dönüyorlar, uğurlu saydıkları hayvanları ile maçlara geliyorlar. Bunlara benzer hurafeleri başta Afrika ve Güney Amerika olmak üzere dünyanın her tarafında görmek mümkündür. Belli elbiseleri giymek, çimlere dokunarak elleri ağza götürmek, maç başlamadan önce topu öpmek, uğur getireceğine inanılan kolye ve yüzük gibi takılar takmak, kalenin içine para gömmek, penaltı vuruşlarından önce topu ve kale direklerini öpmek, hep aynı ayakkabıyı giymek, kale arkalarına muska koymak sporcuların batıl inançlarının başında geliyor (Kola 2001).
Ünlü spor adamımız Turgay Biçer, ilahi inançların performansa olumlu etki ettiğini belirterek hurafeler konusunda şu uyarılarda bulunuyor: “sporcularda, taraftarlarda, antrenörlerde ve yöneticilerde manevi boyut mutlaka vardır. Mantıklı veya mantıksız bir takım şeylerin gücüne mutlaka inanırlar ve inandıkları şey zamanla onların doğrusu olur. Ancak dikkat etmek lazım hurafeler, zamanla zararlı olmaya başlar ve insanları bilimsellikten uzaklaştırabilir” (Kola2001).

Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz; spor farklı düşüncede, farklı inançta ve farklı çizgide olan insanları birleştiren, bir araya getiren, yer yer sevindiren, yer yer eğlendiren, yer yer de ağlatan önemli bir toplumsal olgudur. Ülkemizde sporun gelişerek dünya standartlarını yakalayabilmesi için toplumun büyük bir kesiminin desteğine ihtiyaç vardır. Toplumum desteğini alabilmek için ise öncelikle sporu insanlarımıza benimsetmeliyiz. Bu nedenle sporla uğraşan bilim adamlarımızın ve yöneticilerimizin yapması gereken öncelikli çalışmaların başında, sporu halkın inanç ve tutumlarıyla bütünleştirmeye yönelik çalışmalar olmalıdır. Fakat bu güne kadar ülkemizde, bu amaca yönelik bilimsel çalışma ve yayınlar yok denecek kadar az sayıda bulunmaktadır. Bu nedenle, özellikle alanı sosyal psikoloji olan spor bilimcilerimiz, İlahiyat Fakülteleri ve Diyanet İşleri Başkanlığıyla ortak bir çalışma içerisine girerek “ İslam ve Spor” konulu çalışmalara ağırlık verip bu alanda oldukça az olan literatüre yeni eserler kazandırmalıdır.

KAYNAKÇA

1- TOLAN Barlas, ESEN Galip, BATMAZ Veysel, Sosyal psikoloji, Adım Yayıncılık, Aralık 1991,Birinci Baskı, Sayfa 258.

2- AYDIN Orhan, Davranış Bilimine Giriş-4, Anadolu Üniversitesi Açık Öğretim Fakültesi Yayınları, Nisan !985, Üçüncü Baskı, Sayfa280.

3- EREN Erol,Örgütsel Davranış ve Yönetim Psikolojisi, Beta Yayınları, Eylül 2001,Yedinci Baskı, Sayfa 173.

4- KOLA Necati, “Futbol Giderek Kutsallaşıyor”, Zaman Gazetesi, İstanbul –29-1-2002 , http://www.zaman.com/2002/01/29/spor/h9.htm

5- “Toplumsal Değişme ve Spor”, http://www.sporbilim.com/t_degisme.html

6- ERKAL Mustafa, GÜVEN Özbay, AYAN Dursun, “ Sosyolojik Açıdan Spor”, Der Yayınları, Sayfa 157-158, 3. Basım, İstanbul 1998.

7- http://www.sesam.sakarya.edu.tr/2000.txt 06-08-2003

8- http://www.gsgm.gov.tr/Lisans%20istatistik%20Bilgiler/illeregore.htm 29-05-2003

9- TURAN Ahmet, “HZ. Muhammed‘in Gençliğe Spor Eğitimi Konusundaki Öğütleri” Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bülteni, Gençlik Özel Sayısı,Mayıs 1985.

10- BOZKURT Nebi, “Hadis’te Folklor Eğlence”, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları, Birinci basım, İstanbul 1997.

11- BAYHAN Burak, “Fanatizm”, Gözlem Dergisi, Sayı-2, 2000 http://www.adk.boun.edu.tr/gozlem/mayis_2000/7.htm

12- TOKPINAR Cemil, “Peygamberimizin Diliyle Gençlik”, Gençlik Yayınları, 3. Baskı, İstanbul, Mart 2001.

13- KOLA Necati, “Spora Büyü ve Hurafe Hakim”, Zaman Gazetesi,İstanbul 30-12-2001, http://www.zaman.com.tr/2001/12/30/haberler/h7.htm

*Arş.Gör. Hanifi ÜZÜM
 
1973 K.MARAŞ/ Merkez doğumlu.1999 yılında Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi Beden Eğitimi ve spor yüksekokulun'u bitirdi. Halen Abant İzzet Baysal Üniversinde Araştırma Görevlisi olarak çalışmakta ve aynı zamanda Spor Yönetimi Ana Bilim Dalında Yüksek Lisans Eğitimini sürürmektedir.

*Yrd. Doç.Dr. Nevzat MİRZEOĞLU
 
1961 Göksun/K.MARAŞ doğumlu.Lisans, Yüksek Lisans ve Doktora eğitimini gazi üniversitesinde tamamladı. Halen Abant İzzet Baysal Üniversi Beden Eğitimi Öğretmenliği Bölümünde Öğretim Üyeliği yapmakta ve aynı zamanda Spor Bilimleri, Spor Yönetimi ve Spor Felsefesi alanlarında bilimsel çalışmalarını sürdürmektedir.
 




 

1878 kez okunmuştur.