MELİH CEVDET ANDAY İLE ÜSTAD NECİP FAZIL KISAKÜREK'İN ŞİİR YÖNÜNDEN KARŞILAŞTIRMASI

MAHMUT AKPINAR

 

A) MELİH CEVDET ANDAY’IN HAYATI VE ŞİİR ANLAYIŞI

Hayatı: Melih Cevdet Anday 1915’te İstanbul' da doğdu. 28 Kasım 2002'de hayata veda etti. 1931' de Kadıköy Ortaokulu' nu, 1936' da Ankara Gazi Lisesi' ni bitirdi. Önce Ankara Hukuk Fakültesi' ne, sonra Dil ve Tarih-Cografya Fakültesi' ne girdiyse de devam etmedi. 1938 yılında sosyoloji öğrenimi için Belçika'ya gitti.. 1942' den başlayarak Ankara Milli Eğitim Bakanlığı Yayın Müdürlüğü'nde danışmanlık, Ankara Kitaplığı'nda memurluk, gazetecilik yaptı. 1951' de İstanbul' da "Akşam" gazetesinde çalışmaya başladı. "Tercüman", "Büyük Gazete", ve "Cumhuriyet" gazetelerinde fıkra yazarlığı, sanat sayfası yöneticiliği yaptı, denemeler yazdı. 1954' te başladığı İstanbul Belediye Konservatuarı Tiyatro Bölümü fonetik-diksiyon öğretmenliğinden 1977 yılında emekli oldu. Mikado'nun Çöpleri adlı oyunuyla 1967-68 İlhan İskender Armağanı'nı, Gizli Emir adlı romanıyla TRT 1970 Sanat Ödülleri Roman Armağanı'nı, Tarjel Vesaas'dan çevirdiği Buz Sarayı romanıyla TDK 1973 Çeviri Ödülünü kazandı. Teknenin Ölümü adlı şiir kitabıyla 1976 Yeditepe Şiir Armağanı'nı Sözcükler adlı şiir kitabıyla 1978 Sedat Simavi Vakfı Edebiyat Ödülü'nü, ÖlümsüzlükArdında Gılgamış adlı şiir kitabıyla da 1981 İş Bankası Büyük Ödülü'nü aldı.

Şiiri: Melih Cevdet Anday şiire Gazi Lisesi'nden arkadaşları Orhan Veli ve Oktay Rifat'la başladı. Daha sonraları "Garip" hareketi çevresinde oluşacak beraberliklerinin temeli böylece atılmış oldu. Anday'ın ilk şiiri 1936 yılında "Varlık"ta yayımlanan "Ukde" oldu. Aynı dergide yer alan, dönemin egemen şiir tutumuna uygun şiirlerden sonra, 1938'den başlayarak yerleşmiş kurallara boyun eğmeyen şiirlerini yayımlamaya başladı. "Varlık" dergisinde birlikte yaptıkları bir çıkışla, Orhan Veli, Oktay Rifat ve Melih Cevdet Türk şiirine yeni bir anlayış getirdiler. Kentte yaşayan küçük insanların sorunlarını lirizme, ahenge, sese sırt çeviren bir sadelik içinde ele alıyor, şiire girmez denilen konulara, sözcüklere özellikle ağırlık veriyorlardı. Yaptıkları denemeler edebiyat çevrelerinde büyük ilgiyle karşılandı, tartışmalara yol açtı.
1941'de çıkardıkları Garip adlı kitapta Orhan Veli'nin imzasıyla bu yeni anlayışın temel ilkeleri şöyle açıklandı: "Şiir, bütün özelliği edasında olan bir söz sanatıdır."

Bu yazıda, ölçü ve uyak sınırlarını kırmak, şairanelikten kurtulmak, halkın beğenisini arayıp bulmak , klasik biçimlere başvurmamak, dize düşkünlüğünden kurtulup şiirde bütünlüğe yönelmek gibi ilkeler öneriliyordu.

Garip hem büyük bir ilgi ve sevgi yarattı, hem de yergiye, hatta alaylara konu oldu. Ancak Türk şiirinin genel çizgisi içinde, geleceeğ uzanacak bir atılım yapılmış, şiiri kuşatan kimi kısıtlamalar sökülüp atılmıştı.
Melih Cevdet Anday'ın, bu dönemde bile, hep birlikte karşı çıktıkları şairaneliğe yatkın yönlerini bütünüyle örtemediği görülür. Garip'ten beş yıl sonra çıkardığı Rahatı Kaçan Ağaç'ta ise toplumumuzda ki yoksulluk, haksızlık gibi olgulara ince bir yergiyle karşı çıkarken, bir yandan da geleneksel Türk şiiriyle uzak bağlar kurmaktan çekinmedi.

1947-49 döneminde, "Yaprak" dergisinde yayımladığı şiirlerinden oluşan Telgrafhane adlı kitabında toplumsal sorunlara bağlı konuları işlemeye daha da ağırlık verdi. Bu şiirlerde dil alabildiğine yalınlaşmıştı, büyük kent insanının günlük konuşmalarındaki deyimlerden bol bol yararlanıyorduç Ölçü, uyak, "Garip" şiirinde dışlanan söz sanatları da yeniden şiir kurmakta yararlanılan öğeler arasına girmişti. Bu dönemin en başarılı şiirlerinden biri olan "Tohum"da ölçü ile uyak büyük bir başarıyla kullanılıyordu. Ayrıca, bütün şiir yarı gizli bir simgeyle yüklüydü.

1956 yılında yayımlanan Yanyana'daki şiirlerin aynı doğrultuda ilerlediği görüldü. Şiire geleneksel biçimler ağırlıkla girmiş, şiir dokusuna uyaklar egemen olmuştu. Alay, ince yergi, lirizm, coşku yan yanaydı. Kullanılan sözcüklerde de bir değişme göze çarpıyordu. Önceki dönemlerdeki ağaç, deniz, bitki vb. gibi somutlukların yanı sıra çağ, dünya, yeryüzü, doğa gibi soyut kavramlar da kullanılmaya başlanmıştı. Şair belirli düşünceler üzerinde yoğunlaşırken, biçimin kusursuzluğuna iyiden iyiye özen gösteriyordu.

Melih Cevdet Anday, son kitabının üzerinden uzunca bir zaman geçtikten sonra, 1963'te Kolları Bağlı Odysseus'u yayımladığında edebiyat çevrelerinde belirgin bir şaşkınlık görüldü. Daha öncenin açık, anlamını kolay ileten, tadına kolay varılan şiirinin yerini, konusunu mitolojiden alan, kapalı, tadına güç varılan bir şiir almıştı. İnsanoğlunun doğa karşısında gelişimini, "Neredeyiz? Nereden geliyoruz? Bütün müyüz, parça mıyız?" gibi zamana bağlı olmayan sorularla irdeleyen "zamansız" bir şiir.

Kolları Bağlı Odysseus ve ardından gelen Göçebe Denizin Üstünde ile Teknenin Ölümü bir arada düşünüldüğünde, Anday' ın toplumsal sorunları aktarma ve uyarma gibi daha önce şiirinde yer alan bir görevi düzyazıya aktarıp, salt düşünsel bir şiire ulaşmak istediği anlaşılır. Gerçekten de, 1960 sonrasında hem Türkiye genelinde, hem Türk şiir ortamında çok şey değişmiş, daha önceleri şiirin sözcülük etmeye çabaladığı kimi konular, asıl uzmanlarınca gündeme getirilip tartışılmaya başlanmıştı. Şairin kendisi de deneme ve makaleleriyle bu tartışmalara katılarak görüşlerini bildiriyordu.
Öte yandan şiirinin taşıyamadığı konuları, insanlar arası durumları 1965' ten sonra yayımlamaya başladığı romanlarında ele alıyor, oyunlarında çağdaş insanın yerleşik değerlerle ve düzenle çatışmasını irdeliyordu. Böylece şiiriyle, kimi görüşleri aktarmak ve yaymak yerine, yaşam, doğa, dünya, tarihsellik gibi felsefenin yüzyıllar boyu uğraştığı konularda yoğunlaşmak olanağını yakalamıştı. Felsefeye bile öncülük edebilecek, biçim yönünden oldukça derinleşen bir şiire ulaşılmıştı.

Melih Cevdet Anday'ın şairliği; tüm şiirleri gözden geçirildiğinde açıkça görülebildiği gibi, durmadan değişmiş, sürekli bir gelişme göstermiştir.

Yapıtları Rusça, Fransızca, İngilizce, Bulgarca, Yunanca'ya, Sırp ve Polonya dillerine çevrilmiş; UNESCO'nun Courrier dergisi 1971 yılında onu Cervantes, Dante, Tolstoy, Unamuno, Seferis Kawabata düzeyinde bir edebiyat adamı olarak gördüğünü açıklamıştır.

B) NECİP FAZIL KISAKÜREK’İN HAYATI VE ŞİİR ANLAYIŞI

 

Hayatı: Necip Fazıl Kısakürek 26 Mayıs 1905’te Istanbul’da doğdu. Maraş'lı bir soydan gelen Necip Fazıl'ın çocukluğu,mahkeme reisliğinden emekli büyük babasının İstanbul Çemberlitaş'taki konağında geçti. İlk ve orta öğrenimini Amerikan ve Fransız kolejleri ile Bahriye Mektebin'de (Askeri Deniz Lisesi) tamamladı.Lisedeki hocaları arasında dönemin ünlülerinden Yahya Kemal, Ahmet Hamdi(Akseki), İbrahim Aşki gibi isimler vardı. İstanbul Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü'nü bitirdikten (1924) sonra gönderildiği Fransa'da Sorbonne Üniversitesi Felsefe Bölümünde okudu.

Paris'te geçen bohem günlerinden sonra,Türkiye'ye dönüşünde Hollanda, Osmanlı ve İş Bankalarında müfettiş ve muhasebe müdürü olarak çalıştı. Bir Fransız okulu,Robert Kolej,İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi, Ankara Devlet Konservatuarı,Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi'nde hocalık yaptı(1939-43).Sonraki yıllarında fikir ve sanat çalışmaları dışında başka bir işle meşgul olmadı. Necip Fazıl Kısakürek 25 Mayıs 1983 tarihinde Erenköy'deki evinde öldü.Naşı, Eyüp sırtlarındaki kabristana defnedilmiştir

Şiiri ve sanatı: Necip Fazıl Kısakürek şiirle küçük yaşlarda ilgilenmeye başlamştır. O dönemin genel şiir anlayışı olan hece ölcüsünü kullanarak yazma ve kendi tarzı yakalamaya başlamıştır. İlk şiir örnekleri, korku ve yalnızlık temasına dayalı insanın iç dünyasına yönelen çalışmalardır. Kitabe, Örümcek Ağı, Kaldırımlar ve Bu Yağmur şiirleri onun ilk dönemi diyebileceğimiz 1935 yılı öncesini kapsayan dönemi ifade eden şiirlerdir. Fransa’da felsefe eğitimi sırasında bergson’un sezgicilik anlayışı şiirlerine yansımıştır. Abdulkadir Arvasi hazretlerini tanıdıktan sonra idelojik olarak yazmaya ve yazdıkça tepki görmeye başamıştır. Yazıları ve fikirlerini aralıklarla çıkarttığı Büyük Doğu dergisinde yayımladı. Muhsin ertuğrul’un etkisiyle tiyatro çalışmalarında bulundu. Tohum, Reis Bey, Bir Adam Yaratmak başlıca tiyatro çalışmalarıdır. İkinci dönem diyebileceğiz 1935 sonrasında daha çok şiirlerinde Allah, ölüm, ve zaman konularına yer verdi. Dönemin sorunlarına ve insanılığa bir çözüm olarak gördüğü fikirlerini ifade edebilmek için şiiri büyük ölçüde kullandı. Şiire dair görüşlerini Poetika adlı çalışmasında dile getirdi. 1970 li yıllarda daha önce çeşitli isimler adı altında yayımladığı şiirlerini özellikle benimsediklerini Çile isimli şiir kitabında topladı. Necip Fazıl’ın şiirinde değişimin temel nedeni olarak onun ideolojisini değiştirmesi ve mükemmeliğe ulaşma çabası gösterilebilir. Nitekim bu değişim ve reddetmeler sonunucunda onun 200’den fazla şiirinden sadece 48 tanesi değişmeden kalabilmiştir. Sürekli olarak ritimde ve içerikte mükemmeli yakalama çabası ve şiirin amacı olarak hakikati bulmayı dile getirmesi onun şiire bakışını kısaca ifade eder.

C) ŞİİR ÖRNEKLERİYLE KARŞILAŞTIRMA
 

M. Cevdet Anday’ın Rahat Kaçan Ağaç bölümü altında topladığı şiirleri, henüz Anday’ın Garip akımını terketmediği döneme aittir. Dolayısıyla Garip şiirinin genel özellkilerini yansıtmaktadır. Dili oldukça sade, şairanelikten uzak ve doğaldır. Başlıca izlekleri bu bölümde kullanılanlar, dostluk, yolculuk, ölüm, kişiler ve yalnızlıktır. Bunlara ilaveten Garip akımında aşka kadına dair temalar savaşa karşı oluş ifadeleri de yeralır. Necip Fazıl Kısakürek ise Garip akımının aksine şiiri, belli bir ritimle uyumlu olarak belirli bir amaç için yazmıştır. Konu olarak yine Garip akımının da kullandığı, korku, yalnızlık ve ölüm izleklerinin yanında dini mistik konulara ideolojik söylemlere şiirinde yer vermiştir. Kısakürek, Garip akımını acemi bir şekilde Fransız şiirini taklit etmekle ve şiirini de naif yani hafif olmakla suçlamıştır. Buna karşın Garip akımı şairleri, Necip Fazıl’ın da ustalıkla kullandığı ahenkli ve süslü anlatımı redderek sadeliği ve doğallığı şiirlerine yansıtmışlardır.

Necip Fazıl’ın şiirlerini belli bir amaç için “hakikati bulmak ve ifade etmek için” yazarken, o dönemin, Garip akımının bir temsilcisi olarak M. Cevdet de belli bir gaye için değil de sadece yazmış olmak için yazar.
Necip Fazıl ideolojik değişimine paralel olarak ve mükemmelliğe ulaşma gayreti içinde, sürekli olarak şiirlerini değiştirmiş geliştirmiştir. Yine Melih Cevdet’de de bir değişim söz konusudur. Melih Cevdet, özellikle Orhan Veli’nin ölümünden sonra Garip şiirini işlevini tamamladığını düşünerek yeni arayışlara yönelir. Halkın sorunlarını ifade eden çalışmalardan sonra çağdaş insanı anlatmaya başladı. 70’li yıllardan sonra ise mitolojiye ve eski tarihi konulara dönerek, kapalı anlaşılması güç bir şekilde yazmaya başlar. Burda halkın önünden giderek halkın beğeni seviyesini yükseltmeyi amaçlar.
Şimdiye kadar anlattıklarımı aydınlatabilmek için birer örnek olarak Melih Cevdet Anday’ın Rahatı Kaçan Ağaç şiirlerinden biri olan Fotoğraf şiirini ve Necip Fazıl Kısakürek’in Beklenen şiirini sunuyorum.

FOTOĞRAF
Dört kişi parkta çektirmişiz
Ben, Orhan, Oktay bir de Şinasi
Anlaşılan sonbahar
Kimimiz paltolu, kimimiz ceketli
Yapraksız arkamızda ağaçlar...
Babası daha ölmemiş Oktay’ın
Ben bıyıksızım
Orhan, Süleyman Efendiyi tanımamış

Ama ben hiç böyle mahzun olmadım;
Ölümü hatırlatan ne var bu resimde?
Oysa hayattayız hepimiz.

BEKLENEN
Ne hasta bekler sabahı,
Ve ne genç ölüyü mezar,
Ne de şeytan, bir günahı,
Seni beklediğim kadar.

Geçti artık istemem gelmeni
Yokluğunda buldum seni,
Bırak vehmimde gölgeni,
Gelme artık neye yarar. (1943)
 

Fotoğraf şiirinde genel olarak eski bir resimden yola çıkarak bir geçmişe dönüş ve geçmişi günümüzle karşılaştırma var. Görsel tasvirler açık anlaşılır kelimeler Garip şiirinin özellkilerini yansıtıyor. Son bölümdeki ölümün hüznü ve korkusu şairi sarıyor ve şair bunu ifade ediyor.

Beklenen şiirinde ise yine fotoğraf şiirinde olduğu gibi bir zaman kavramı var ve beklenen bir şeyin sabırsızlığı dile getiriliyor. İkinci dörtlükte ise artık beleyişin sona ermesi amaca ulaşma ifade ediliyor. Burada açık bir şekilde hece ölçüsünü ve kafiyeyi görebilmekteyiz. Yine dörtlük kavramını bu şiir için kullanabilirken diğer şiirde ancak bölüm kavramını kullanabiliyoruz. Beklenen şirindeki ses düzeni ve akıcılık fotoğraf şiirne göre oldukça düzenli. Yine burda Necip Fazıl’ın şiirde yaptığı değişikliği görebiliriz. Burada, Beklenen şiirinin ikinci dizesinde, “ve ne genç” ifadesini bir başka yerde “ne taze” şeklinde görüyoruz.

Konuyu daha anlaşılır kılmak için birer şiir örneği daha veriyorum. Yörük Mezarlığı Melih Cevdet’in Rahatı Kaçan Ağaç kitabından, diğeri ise Bu Yağmur şiiri, Necip Fazıl’ın ilk dönemi diyebileceğiz 1935 yılı öncesine ait.

YÖRÜK MEZARLIĞI
Çorakta bir dava sürüsü gibi akpak
Düşünür köye karşı yörük mezarlığı.

Düşünür eski günleri.. iskandan önce
Yörük durmaz göçer, davarı nerde orda
Ha ova kırında, ha yukarı illerde
Düşünür eski günleri... iskandan önce

Bir gün bırakıverirlerdi bütün işi
Toplanır ateş kenarında konu komşu
Kıl çadırlar sökülürdü sabaha karşı
Bir gün bırakıverirlerdi bütün işi.

Toplanır rençper köylüsü yollar boyuna
Geride kalmanın yaman hüznü ruhunda
Biz yenilginin ve özgürlüğün peşinde
Toplanır rençper köylüsü yollar boyuna.

Ağlar bu mezarlıkta yörükler her gece
Bıkıp iri yıldızları davar sanmaktan
Düşünür eski günleri.. iskandan önce
Geride kalmanın hüznü yamanmış yaman.
 

BU YAĞMUR
Bu yağmur, bu yağmur kıldan ince.
Öpüşten yumuşak yağan bu yağmur.
Bu yağmur, bu yağmur, bir gün dinince,
Aynalar yüzümü tanımaz olur.

Bu yağmur kanımı boğan bir iplik,
Tenimde acısız yatan bir bıçak.
Bu yağmur yerde taş ve bende kemik
Dayandıkça çisil çisil yağacak.

Bu yağmur soğumuş yarada kezzap,
Sabrın memesine yapışmış sülük.
Ne başı ne sonu olmayan azap,
Yandıkça gelişen sihirli kütük.

Bu yağmur tufanı belki de Nuh’un
Ve gölgede yüzen odam gemisi.
Akrebi, çiyanı, böceği ruhun
Ne varsa meydanda hepsi.

Bu yağmur, bu yağmur, cinnetten üstün,
Karanlık, kovulmaz düşüncelerden.
Cinlerin beynimde yaptığı düğün,
Sulardan seslerden ve gecelerden...
(1933)

 

Yörük Mezarlığı şiirinde Anday’ın kısmen de olsa sesteki ritmi görmezden gelemediğini tekrarlarla bir ritim yakaladığını görüyoruz. Yine burada yörük insanının yerleşik hayata geçtikten sonra geçmişine duyduğu özlem anlatılıyor.

Yağmur şiirinde ise uzun süre yağan yağmurun insan üzerinde yarattğı havayı çok iyi anlatıyor. Hece ölçüsü ve kafiye düzeni hemen dikkati çekiyor, ve anlatıma belli bir akıcılık katıyor. Yazar bu şiiri yağdığı sırada Karadeniz bölgesinde bir bankada çalışıyordu. Bu şiirdeki “öpüşten yumuşak” ifadesi daha sonra ipekten yumuşak olarak değiştirilmiştir.

 

 
387 kez okunmuştur.